10 Kasım 2011 Perşembe

İNCİ

                                               İNCİ

1.   Bölüm

Dolmuştan inip köprüden karşıya geçti. Köprüde yol kenarında polisler. Önemli biri geçecek ana yoldan. Ardına bakmadan ilerledi. Kulaklıktan gelen müzik yağmur altında damlalara eşlik ediyordu. Adımları suya çarptıkça ayakları ıslandı. Sonra içine bir sıcaklık yayıldı ağrı ve yanma vardı sırtında anlamadı ne olduğunu. Kendinden geçti ve yere yığıldı. Hala yaşıyordu önce insanlar kaçıştı. Sonra bir kalabalık toplandı. Müzik devam ediyordu ‘ iki göz yeter görmeyi bilsen / gönül seslenir bir duyabilsen / elim uzanır dokunabilsen / sevsen / dönsen / ah bilsen’  polisler koşarak geldi.  Üzerini aradılar. Yağmur suyunda kanlar. Ambulans çağırdılar polis telsizinden. ‘zanlıyı ağır yaralı olarak ele geçirdik’ Dur dedik durmadı. Suikast hazırlığındaydı. Telsiz dinleyen gazeteciler haberi böyle aldı. Belki üzerine örtülen gazetelerde de vardı bir başka ölüm haberi. “aldatmış eşini vurmuş kocası. Yine bir namus cinayeti”.kanlar bulaşmıştı gazetenin üzerine. Kan kokusuna geldi sokak köpeği kovaladı etraftakiler… Kadınlar konuştular pencereden gördün mü teröristi. Bombalayacakmış otobüs bekleyenleri. Etkisiz hale getirdi polisler. Sonra biri yaklaştı. Tanıyordu onu uzaklaştı haber verdi arkadaşlarına. Burada iş uzun sürer. Müzik çalıyordu ‘ kovalamayın beni yatağa hiç uykum yok. Daha başparmağıma şiir okuyacağım,  yapacak çok işim var çok, çok erken çok’

Avukat arkadaşları geldi zanlının, terörle mücadele, cinayet büro, diğerleri…
                                     
-      -   -

Yoğun bir iş günüydü. Bilgisayardan kafam balon gibi olmuştu. Eski arkadaşları arasam.  Ah be canım beni hiç görmeyeceğini bilsen üzülürdün ama yavaş yavaş görmemeye alışırsan aklına bile gelmezdim. Hatırlanmak isterim tabi. Şimdi arasam silmiştir telefon numaramı. Belki sevgilisi de vardır. Dert olur gereksiz yere. Yahu ne ilginç bu hayat belki gerekliyimdir, bir insan sesine muhtaçtır o da. Hadi canım sende herkes melankolik mi senin gibi. Kimse umurunda değildir, kendi dünyasında yaşıyordur, değişmiş olamaz mı? İllaki sevgilin olunca düzelecek mi dünya. 2 gün güzel sonra gerçekler çalar kapını, mutlu sona alışmış insanlar, evlendi çoluk çocuğa karıştı. Onlar ermiş muradına. Yok yok bu son benim değil

 Dolmuşçuya ineceğimi söyledim ama duymuş mudur acaba? Adam hiç tepki vermedi.

‘İlerdeki üst geçitte inecek var’

Hala tepki vermiyor ya kısmet. Neyse sağa yanaştı. ‘Hop durdurun inecek var.’

Hay sizin güvenliğinize tutmuşsunuz yine her tarafı. Kuş uçsa suçlu. Yağmurda da ıslandım. Olsun yahu şeker değiliz ya erimeyiz. Eve gidip banyo yapsam sonra buluşurum arkadaşlarla.

Şimdi bu romantik yağmurlarda el ele dans etmek vardı. Ah be çelimsiz. Bu kadar çelimsiz olursa kolların nasıl tutunacaksın ki hayata. Ama beyaz kolların beni çekiyor karanlığa işte diyorum ben burada ölürüm. Soluğum kaplıyor onun vücudunu. “Eeeeh manyağın tekisin sen, burada ölemezsin”. Sarsıyor çelimsiz kolları çıkartıyor karanlıktan. “Git buradan. Yosun mu tutacaksın içimde. Kaba olmaya zorlama beni. Burası senin yerin değil kandırma kendini”. “güneş görmemiş midye/ midye görmemiş güneş” diyordu şair. Yüksek sesle bağırdım. Ben senin içinde midyeyim. Kabuklarım var anlamıyorsun. Olmak isteyipte vazgeçtiğinim. Vaz geçtikçe kıyamadığınım. Şimdi sinirleniyorsun ama beni yok edemez çelimsiz kolların. Bir şeyler fırlattı beni sahile. Lanet olsun çoktan koparmış tutunduğum kayadan. “Bak sen ollarında hala gelecek varmış”. Bekledim güneşin altında ölmeyi. Bilmiyordu beni bir daha göremeyeceğini. Öyleyse üzülmezdi.

“Gördün mü güneş ben daha küçüğüm henüz incilenmedim.”

-      -   -       

Yaşlı bir teyze geldi. “ ah be evladım şahadet getir cennete gidersin Allah affeder. Kim vurdu bu çocuğu pek de gençmiş? Günahları boyunlarına vicdansızlar.”
“Teyze bir sus artık terörist bu. Devlet düşmanı. Çocuk katili bunlar.”

Polisler teşis etmek için kimliğini çantasını kurcaladılar, üzeri yıldızlı dergiler, ‘militan mücadele’  kıvırcık uzun saçlarından tutup baktılar yüzüne. Esmer, top sakallı,  uzun bacakları son kez çarptı yere artık ne titreme ne kesik soluklar.

Çıkmadı üzerinden silah bomba falan, kimle buluşacaktı biliyor musunuz, ekipler gitti mi tutuklamaya.  Kimlik bilgilerini aktardınız mı şubeye?


-       -  -  

Yağmurda amma yağdı sel olmuştur kesin bir yerlerde. Abi 100 gram kaşar peyniri ver.  İki de domates, ekmeği de sar. Ne yaptı?

Annem olsa sıcak yemek yapardı. Eve gidip domatesli tost yapsam yeter bana.  Karnı tok, sırtı pek, gönlü boş.

“Sesi duydunuz mu? Bir şey oldu?”

Boğazım düğümlendi. Yutkunamadım acı suyu. Polisler koşarak geliyor. Bir adam üzgün telefonla konuşarak uzaklaştı.

Önemli adam geçip gitmiş midir ana yoldan. Burası ara sokak.
Ara sokakta kabuğu açılmış midye. İncileri parlıyor kırmızı çamurlu suda. Birazdan duracak yağmur. Gökkuşağı için geç oldu. Gözlerinden süzülmez ışık



2. bölüm

Havada uçarak ilerledi ve yere düştü. Bulantı içinde canı acıyordu. Anlam veremedi yaşadıklarına. Güneş yakıyordu içini. Soluk alır gibiydi suların serinliği. Dalgalar geldikçe rahatladı.  Kum tanecikleri sıkışmış kapaklarının arasına. Birazda içine girmiş. Kaşındırıyor bu kumlar rahatsız ediyor. Boğazı gıcık tutmuş öksürmekten konuşamaz insancıklar gibiydi.

Hatırlamaya başladı yaşadıklarını. En son çelimsizin yüzünü gördü suların içinde. Gözlerini açıp kapatmış sonra kocaman açıp ellerini uzanmıştı sıkıca tutup kayalıklardan sökmüştü. Ellerini hissetti bir an sudan sıcaktı, minikti biraz öyle kaba değildi. Hor görmüyordu onu. Keşke ellerinde kalsaydım. Onun elleri de hep kalsaydı suda benim kabuklarım gibi çirkin olurdu. Yeşil bitkiler sarardı. öyle yapış yapış kaygan. Kafama bir şey mi vurdu acaba? Yapmaz değil mi. Yere çarpmışım.

Güneş sen gördün mü?

  • Sakarsın midye. Nasıl uçtuğunu anladın mı? Herkese nasip olmaz oysa. Kabuklarını iki kanat yapıp hareket ettirseydin.

  • Nedense düşünemiyor midyeler havada. İllaki bir yere tutunup kalacak öyle. Tutundukça büyütecek incileri. Sahi ben nasıl uçmuştum havada? Güneşim sen gördün mü? Nasıl süzüldüm? Başka gören oldu mu? Beni yeniden alıp suya bırakır mı özgür?

  • Bu bir buluşmadır. Elleri kıyamaz sana izin vermezsen şu hayatta.

  • Güneş ben ölecek miyim? Diğerleri gibi büyümeyecek mi içimde beyaz inci? Büyüklerimden duydum meşakkatliymiş biraz, sabır büyütürmüş bizi, zamanla daha çok düşünür daha çok susarmışız. Sonra beyaz olurmuş içimizde parlayan.


  • Bu yüzden gerek görmüyorlar ya tepelerinde ışıldamama? Oysa ben ışıldamasam denizde bitki olmaz balık olmaz. Onlarda büyüyemezler. Helali hoş olsun. Onlarda böyle düşünsün. Herkes farklı anlıyor hayatı… İnsanları anlattılar mı sana? Onlar da düşerler. Çok yükleri vardır çok. Dertleri vardır birde. Kimse umursamasa da kimlikleri var. Hepsinin kendince kıymetli kişiliği. En çok sevilmemek koyar onlara. İki insan arası anlamsız giysileri. İki şehir arası, ülkeler arası sınırları, engelleri. Bu dünyaya bir insan geldi adı M, S, Ö her neyse içinde büyüttükleri değil dışında taşıdıkları önemli… Sen hissediyormusun kabuğundaki kumları? Zorluyor seni değil mi? Geri dönmene engel oluyor.  İçinde kalanları düşün. Seni kızdıran. Kaşındıran. Huzursuz eden ama içinde taşıyıp yük etmemeyi öğrendiğin. Ya da alışınca yük olmayacak olan… Ben giderim birazdan, soluk bir ışık gece lambası olacak sana. Sonra binlerce ışıklı gökyüzü bırakacağım. Kabuklarını aralayıp bakmalısın gökyüzüne. Seninle yeniden karşılaşamayız. Buluşmamız bir andır

O kadar yorgun düştü ki midye anlayamaz olmuştu artık Güneşi. Gökyüzü önce kızıllaştı. Canı daha az acıyordu. Hissetmez olmuştu.

Dalgalar önce azaldı. Sonra yükselmeye başladı deniz. Dalgalar arttı ve sürüklendi midye. Yerlere çarpıp kalkarak. Kıyıya yakın bir yerde kayalıklara sığındı. Sıkıştırdı kendini daha fazla sürüklenip ölmekten korktu. Kontrol etti kapaklarını hareket ettirebiliyordu. Münasip bir yer bulmuştu demek ki şu hayatta kendine. Sonra derin bir uyku sardı. Anlamak için dinlenmesi gerekiyordu. Kapaklarını kapattı.

Tekrar açtı kapaklarını. Güneş doğmuş, kayalara vuran suyun sesini dinledi, kabarıp köpüren sulara baktı. Hala yaşıyor olduğuna sevindi. Sonra tekrar dinlenmeye bıraktı yorgun vücudunu.

Uzun zaman sonra bir kez daha açıldı kapakları. Gece olmuş yıldızları gördü. Hilale dönmüştü ay. Suların dalgası hala durulmamış. Bir kaya balığı geldi yanına. Dikenleri vardı. Önce korktu canını acımasından.  Sonra korkular büyüdü. Yeni bir el değer mi kapaklarıma. Ayrılmak zor geliyordu artık yapıştığı kayadan.  Dostum kaya balığı, koru beni insanlardan. Sonra düşündü şu yıldızlı gökyüzünde sadece gösterseydi yüzünü insanlar, dostum kaya balığı gibi, usulca okşayıp bıraksaydı. Sonra yeniden gelse kapaklarımdaki yosunları alsalar. Bende güzelleşirdim. onun suya yansıyan yüzünü hayal etti. Yaşadıkça derinleşmiş gözlerini. Tek tük beyazlaşan saçlarını, hafif çatallaşmış sesini, ağzı açık gülüşünü, dişerini. Sonra arkadaşı kaya balığı geldi aklına . onun kapakları yoktu, bu dişler yiyebilirdi, koruyamazdım dostumu.

Korkmuyorum artık büyüdükçe kapaklarım güçlenmese de olur. Sonra korkusuzca açtı kabuğunu.  Geceyi doldurdu içine. Binlerce yıldıza baktı.  Sonsuz ihtimaller içinde buldu kendisini.

Beni kurtaran gecemiydi. Acıyan yerleri kanadı, kum taneciklerini sardı.  Kara bir inci büyüttü. Aya, yıldızlara birde güneşe, gösterdi. Bu dünyada var olma ihtimalim, sularda bir yerim ve siyah incim.


Hiç yorum yok: